Miras Hukuku

Ölüm Sebebiyle Tazminat Davaları

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu madde 53 ve devamı maddelerinde yer alan ölüm sebebiyle tazminat talebinde bulunulabilecektir.

Ölüm Tazminatı

Türk Borçlar Kanunu’nun 53’üncü maddesinde ölüm halinde uğranılan maddi zararlar sıralanmıştır. Cenaze giderleri, ölüm hemen gerçekleşmediği takdirde tedavi giderleri ile çalışma gününün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar, ölen kişinin desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları kayıplar bu zararlara örnek gösterilebilir. Türk Borçlar Kanunu’nun 56’ncı maddesinde ölüm sebebiyle manevi zararların giderilmesi açıklanmıştır. Bu hükme göre ölüm sebebiyle tazminat olarak ağır bedensel zarar veya ölüm halinde zarar görenin veya ölenin yakınlarına da maddi tazminatın yanısıra manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verilebilecektir.

Kişinin ölmesi halinde manevi tazminat istenmesi hakkı davalı tarafından gerçekleştirilen haksız fiilden yansıma yoluyla manevi zarara uğrayan ölenin yakınlarına verilmiştir. Ölenin yakınları ölenin ailesini de içine alan geniş bir kavramdır. Burada ölen kişinin yakınları kapsamına bakıldığında ölen kişiyle akrabalık bağı haricinde duygusal bağı olan kişiler de manevi tazminat talebinde bulunabilecektir.  Buradaki yakınlık aile hukuku bağlamında dikkate alınmayacaktır. Örneğin ölen kişiyle uzun süreli ilişkisi olan sevgilisi, uzun bir geçmişi paylaşıyorsa veya uzun yıllardır birlikte çalışılmış iş ortağı veya meslektaşı vb. kişiler varsa artık bu kişiler de tazminat hakkına sahip olacaktır.

Manevi zararın talep edilebilmesi için mağdura yöneltilen hukuka aykırı davranış ile mağdurun yakınlarının manevi zararı arasında uygun bir illiyet bağının bulunması gerekmektedir. Burada ölenin yakınlarının uğradığı zarar yansıma zarar değil, doğrudan doğruya manevi zarar olacaktır.

Manevi zararın tazmin edilebilmesi için birtakım şartlar aranmaktadır. İlk olarak bir kimsenin yaşam hakkına hukuka aykırı bir saldırı bulunmalı ve bu ölümle sonuçlanmış olmalıdır. Kişinin hayatı, sağlığı ve beden bütünlüğünün, özgürlüğünün, onur ve saygınlığının, resminin, özel hayatının gizliliğinin, sırlarının tecavüze uğraması kişilik haklarına saldırı olarak gündeme gelecektir. Bu unsurlar somut olayın şartlarına göre şekillenebilecek mahkeme tarafından takdir edilebilecektir. İkinci olarak açık kanun hükmü bulunmadıkça kişilik hakkı tecavüze uğrayan ile zarar gören aynı kişi olmalıdır. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 56’ncı maddesinin (2) numaralı fıkrası ölüm ve bedensel zararlarda yansıma yoluyla maddi ve manevi tazminat tazminini kabul ettiğinden bu madde kapsamında ölen ve ağır bedensel zararlara maruz kalan kişilerin yakınları maddi ve manevi tazminat talep etme hakkını haiz olacaktır. Diğer hallerde yansıma yoluyla kişinin yakınları tarafından ölüm sebebiyle tazminat talep edilmesi mümkün olmayacaktır. Üçüncü olarak manevi zararın talep edilmesi için ortada bir manevi zarar bulunmalı ve bu zarar ölenin yakınında acı ve üzüntü yaratmalıdır. Davalı ölüme sebep olan kişi, yansıma zararla tazmin talebinde bulunabilecek kişi için ölenin yakını olmadığını veya ölümünden üzüntü duymadığını ispat ettiği takdirde hukuka aykırılık bağının ve manevi zararın bulunmadığına ulaşılacaktır. Dördüncü olarak kişilik haklarına hukuka aykırı bir biçimde edilmiş tecavüz ile ortaya çıkan manevi zarar arasında uygun bir nedensellik bağı bulunması gereklidir. Örneğin kişinin ölümü bu olayda haksız fiili aktif veya pasif davranışıyla gerçekleştiren kişiden kaynaklanıyor olmalıdır. Beşinci olarak davalının sorumlu olmasını gerektiren kusurlu veya kusursuz sorumluluk hali bulunmalıdır. Kusurun belirlenmesi burada tazminat miktarını belirlerken göz önünde tutulacaktır.

Destekten Yoksun Kalma Tazminatı

Destekten yoksun kalma tazminatı ölen kişinin ardından bu kişinin desteğiyle geçinen kişilerin talep edebileceği bir tazminat türüdür. Destek veren kişinin ölümü sebebiyle geride kalanlar onun desteği olmadan geçinemiyorsa hallerinin daha da kötüleşmesini engellemek adına ölümü sebebiyle tazminat yoluna başvurulacaktır. Yaşarken ölen kişiden destek alan kimseler (ölenin baktığı kişi, akrabaları, sevgilisi, nişanlısı) ne kadar destek aldıklarını ispat ederek talepte bulunabilecektir.

Çekirdek aile (eş, anne baba, çocuk) içerisinde bu kişilerin yaşarken birbirine destek olduklarına ilişkin bir karine vardır. Bu karineye göre anne baba ve çocuklar birbirlerine yaşarken destek olmaktadır. Hukuki karine sebebiyle maddi manevi tazminat davasında bu tazminat kalemi için ayrıca sayılan bu kişilerin birbirine destek olduğuna ilişkin ispat faaliyeti yürütülmesine ihtiyaç yoktur. Ancak böyle bir ilişkinin olmadığına ilişkin aksi ispat yürütülerek karine çürütülebilecektir. Bu karine çürütüldüğü takdirde artık davalı taraftan destekten yoksun kalma tazminatı istenmesi hukuka aykırı sayılacaktır.

Destekten yoksun kalma tazminatı ve buna ilişkin kalemler 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 53’üncü maddesinde belirtilmiştir. Cenaze giderleri ile ölüm hemen gerçekleşmediği takdirde tedavi giderleri ile çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar maddi tazminat başlığı altında talep edilebilecektir.

Destekten yoksun kalma tazminatı zamanaşımı süresine tabidir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu madde 72 uyarınca destekten yoksun kalma tazminatı zararın ve tazminat yükümlüsünün öğrenilmesinden itibaren 2 (iki) yıl, zararın gerçekleşmesinden itibaren her herhalde 10 (on) yıl olarak belirlenmiştir. Kişinin tedaviden sonra ölümü halinde bu süre kişinin ölüm tarihinden itibaren başlayacaktır.

Ölüm Sebebiyle Maddi ve Manevi Tazminat

Ölüm sebebiyle tazminat somut olayın özellikleri dikkate alarak hâkim tarafından belirlenecektir. Manevi tazminat davası maddi tazminat davası ile açılabileceği gibi ayrı ayrı da açılması mümkündür. Türk yargısında hiçbir maddi zararın meydana gelmediği yalnızca kişinin ölmesi sebebiyle açılan manevi tazminat davaları da yer almaktadır. Burada davacı ölenin yakınları, davalı ise ölümden dolayı maddi ve manevi zarardan sorumlu olan kişi veya kişilerdir. Ölümden sorumlu kişiler birden fazla ise 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu madde 61 uyarınca müteselsilen sorumlu olacaktır.

Davanın konusu ölüm sebebiyle maddi ve manevi zararın tazmini için bir miktar para ödenmesi olacaktır. Davacı taraf burada ölüme sebep olan eylemi, maddi ve manevi zararı, ölüm ile zarar arasındaki uygun nedensellik bağını, davalının veya kusursuz sorumluluğunu ispatla yükümlü olacaktır. Hâkim davacının tazminat talebini haklı bulduğu takdirde davalıyı davacıyı bir miktar para ödemeye mahkum edecektir.

Hâkim buna ilişkin tazminatın belirlenmesinde 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 4’üncü maddesinde yer alan takdir yetkisini kullanacak, hukuka ve hakkaniyete göre karar verecektir. Manevi tazminatın mutlaka para ile belirlenmesi gerekmektedir. Burada takdir ve tayin edilirken mağdurun yakınlarının çektiği acı ve elemden başka bunun derecesi, tarafların sıfatı ile sosyoekonomik durumları dikkate alınacaktır.  Örneğin bir trafik kazasının ele alındığı Yargıtay kararında[1] ölenin yakınlarının talebine karşı davacı çocuklarla ölen baba arasında aile ve sevgi bağlarının kopuk olduğu bu sebeple kan bağının manevi tazminat için yeterli görülemeyeceği gerekçesiyle manevi tazminat talebini reddetmiştir.

Ayrıca manevi zararın yanında destekten yoksun kalanların zararlarının belirlenmesinde kişinin hangi yaşta vefat ettiği ve ortalama hangi yaşa dek yaşayabileceği göz önünde bulundurularak yıl bazında ne kadar destek olacağı hesaplatılarak maddi tazminata ulaşılır.

Yukarıda hukuki açıdan önem ihtiva eden ölüm sebebiyle tazminat  konusu genel bir çerçeveyle açıklanmıştır. Ölüm sebebiyle tazminat davaları hususu oldukça önemli ve hukuki danışmanlık alınması gereken başlıca konulardan biridir. Daha fazla bilgi ve danışmanlık için hukuk büromuzla iletişime geçebilirsiniz.

[1] Y4HD E. 2004/13535 K. 2005/9727 T. 22.09.2005

ORTAKLIĞIN GİDERİLMESİ (İZALE-İ ŞÜYU) DAVASI

Ortaklığın giderilmesi davası, izale-i şüyu davası olarak da bilinen bir gayrimenkul davası türüdür. Bu dava ile davacı, birden fazla paydaşı olan mülkiyet hakkında ferdi mülkiyet talebinde bulunmaktadır. Sonuç olarak ortaklığın giderilmesi davası nedir sorusunun cevabı, mülk üzerindeki tüm paydaşların haklarının eşit şekilde korunması suretiyle mülk sahibi kişinin paylı mülkiyetten ferdi mülkiyete geçiş amacıyla açtığı dava şeklindedir.

Ortaklığın Giderilmesi Davasının Konusu Nedir?

Ortaklığın giderilmesi davası nedir sorusundan da anlaşılacağı üzere mülkiyet üzerindeki ortaklığa son verilecek olan mülkiyet;

  • Paylı mülkiyet
  • Elbirliği mülkiyeti şeklinde olabilir.

Aynı şekilde ortaklığın giderilmesi davası açılacak olan mülkiyet;

  • Taşınır mülkiyet
  • Taşınmaz mülkiyet şeklinde olabilmekte, her iki mülkiyet türü de ortaklığın giderilmesi davası konusu olabilmektedir.

Ortaklığın Giderilmesi Davası Tarafları

Ortaklığın giderilmesi davası, dava konusu gayrimenkulde pay sahibi olan tüm ortaklara karşı açılmaktadır. Burada davacı taraf gayrimenkule ortak olan herhangi bir paydaş olabilir. Ancak ortaklığın giderilmesi davası yani izale-i şüyu davasının açılabilmesi ve yürütülebilmesi için bazı şartlar bulunur. Bunlar:

  • Dava öncesinde paylı mülkiyet ortaklığın giderilmesi konusunda tarafların kendi arasında anlaşmaya varamamış olması
  • Davanın tek bir paydaşa değil, tüm paydaşlara karşı açılmış olması. Bu şart bakımından tüm paydaşların ortaklığın giderilmesi davası sürecinde yer alması gerekmektedir. Bütün hissedarlar davaya dahil edilmeden paylı mülkiyet ortaklığın giderilmesi sonuçlandırılamamaktadır.

Ortaklığın Giderilmesi Davası Esnasında Taraflardan Birinin Ölümü

Ortaklığın giderilmesi davası esnasında dava konusu gayrimenkulde hisse sahibi bir paydaşın ölmesi halinde nasıl bir yol izleneceği merak edilen sorulardandır. Buna göre, izale-i şüyu davası esnasında bir ortağın vefatı halinde ilgili kişinin mirasçılık belgesinde yer alan tüm mirasçılarının davaya dahil edilmesi mümkün olmaktadır. Bir paydaşın vefatı halinde dava sekteye uğramayacak, ancak tüm ortakların mirasçı da olsa davaya dahil edilmesi gerekecektir.

Ortaklığın Giderilmesi Davası Açan Taraf Davadan Vazgeçerse Ne Olur?

Ortaklığın giderilmesi davası, dava niteliği sebebiyle çok taraflı bir dava türüdür. İzale-i şüyu davasının sonuçlanmasının ardından mülkiyet üzerinde pay sahibi olan tüm ortaklar bakımından benzer sonuçlar doğmaktadır. Dava konusu mülkiyet için ortaklığın giderilmesi davası açılabilmesi ve sonuç doğurması için mülkiyetin tüm paydaşlarının ilgili davayı açması gerekmemektedir. Tek dava başvurusu takibin başlaması için yeterlidir.

Ortaklığın giderilmesi davası açan bir paydaşın davadan vazgeçmesi halinde ne olur sorusunun cevabına da dava tarafları başlığı altında değinilmesi yerinde olacaktır. Buna göre, izale-i şüyu davası açan taraf yargılama esnasında davadan vazgeçse dahi, davalı paydaşlardan herhangi birinin mahkemeye bildirim yapmak suretiyle ortaklığın giderilmesi davası takibini yapması mümkündür.

Paylı Mülkiyet Ortaklığın Giderilmesi Yöntemleri

  • Aynen taksim suretiyle paylı mülkiyet ortaklığın giderilmesi

Ortaklığın giderilmesi davası sonuçlandırma yöntemlerinden olan aynen taksim yolunda, dava konusu mülkiyet diğer şartlar sağlandığı takdirde eşit şekilde paydaşlar arasında bölünmektedir. Bu yöntemde bireysel mülkiyet sonucu, hissedarlar arasında bölme yoluyla sağlanmaktadır.

  • Satış suretiyle paylı mülkiyet ortaklığın giderilmesi

Ortaklığın giderilmesi davasında hissedarlar arasında satış yapılması suretiyle de sonuçlanabilen bu yöntemde de dava konusu taşınır veya taşınmaz mülkiyetin icra yoluyla satışı gerçekleştirilmektedir. Satış sonrası elde edilen bedelin paydaşlar arasında bölüştürülmesi suretiyle gerçekleştirilen bu duruma satış suretiyle paylı mülkiyet ortaklığın giderilmesi adı verilmektedir.

Ortaklığın Giderilmesi Davası Hangi Mahkemede Açılır?

Ortaklığın giderilmesi davası bakımından yetkili mahkeme dava konusu gayrimenkulün bulunduğu yer mahkemesi olarak belirlenmiştir. Paylı mülkiyet ortaklığın giderilmesi için görevli mahkeme ise Sulh Hukuk Mahkemesi olarak belirlenmiştir. Bu konu ile uygulamada nasıl karşılaşılacağına bir örnek vermek gerekirse; taşınmazın İstanbul/Kartal’da bulunması halinde ortaklığın giderilmesi davası bakımından yetkili ve görevli mahkeme Kartal Sulh Hukuk Mahkemesi’dir.

Ortaklığın Giderilmesi Davası Harç ve Gider Masrafları Kim Tarafından Karşılanır?

Ortaklığın giderilmesi davası tüm tarafların sürece ortak dahil olduğu bir dava türüdür. Bu sebeple diğer davalardan farklı olarak izale-i şüyu davasında harç ve giderlerin tek bir tarafa yüklenmesi söz konusu değildir. Ortaklığın giderilmesi davası sürecinin bir kazananı veya kaybedeni yoktur. Herkesin aynı oranda etkilendiği bu dava türünde harç ve giderler dava sonunda ortakların hisseleri oranında taraflarca ortak olarak ödenir. Ancak paylı mülkiyet ortaklığın giderilmesi amacıyla dava açan tarafın dava sürecinin başındaki masrafları tek başına karşıladığı görülmektedir. Bu masraflar mahkemenin sonuçlanmasının ardından diğer taraflara yükletilmektedir.

Ortaklığın Giderilmesi Davası Ne Kadar Sürer?

Ortaklığın giderilmesi davası ne kadar sürer sorusunun cevabı ortaklığın giderilmesi davası niteliğine ve paylı mülkiyet ortaklığın giderilmesi usulüne göre değişiklik göstermektedir. Ancak uygulamadaki genel sonuca bakıldığında izale-i şüyu davalarının genellikle 1 yıl içinde sonuçlandığı görülmektedir.

Ortaklığın Giderilmesi Davası Süreci
  • Ortaklığın giderilmesi davası esnasında yalnızca bir tarafın aynen taksim usulünü talep etmesi bu yolun seçilmesi için yeterlidir.
  • Bu yolun talep edilmesinin ardından hakim aynen taksim usulünün ilgili gayrimenkul için uygun olup olmadığını araştırır.
  • Yapılan araştırma; gayrimenkulün pay sayısı ve paydaş sayısı, yüzölçümü, tarım arazisi niteliği, imar mevzuatı hükümlerinin aynen taksime uygunluğu vs. üzerinedir.
  • Söz konusu taşınmazın aynen taksim usulünün tercih edilmesi ile değer kaybına uğrayacağının tespit edilmesi halinde bu yola başvurulmayacaktır.
  • Paylı mülkiyet ortaklığın giderilmesi usullerinde hissedarların rızası olmaksızın kural olarak mülkiyetin bir bölümünün taksim edilip kalan kısmının paylı kalması yoluna gidilmemektedir.
  • Aynen taksim usulünde bölünen parçaların eşit olmaması halinde denkleştirme yöntemi uygulanmaktadır. Bu denkleştirme de eksikliğin ivaz ile karşılanması ile sağlanmaktadır.
  • Hakim aynen taksim yolunda re’sen belli taşınmazları kendi iradesiyle paydaşlar arasında dağıtamaz. Bu durumun istisnası taraflar arasında bu duruma ilişkin bir anlaşma olmasıdır.
  • Ortaklığın giderilmesi davası sürecinde dikkat edilmesi gereken diğer bir konu da aynen taksim usulünün paylı mülkiyet ortaklığın giderilmesi için şart olduğu hallerdir. Buna göre, dava konusu mal kat mülkiyeti kurulmasına haiz ise, bu mülkiyetlerde aynen taksim usulünün uygulanması şarttır. Bu nitelikteki mülkiyetlere ilişkin satış suretiyle paylı mülkiyet ortaklığın giderilmesi usulü uygulanmaz.
Satış suretiyle paylı mülkiyet ortaklığın giderilmesi şartları
  • Ortaklığın giderilmesi davası sürecinde ilk tercih olan aynen taksim usulünün mümkün olmadığı hallerde satış yapılmak suretiyle ortaklığın giderildiği görülmektedir.
  • Satışa konu malın satım işlemleri icra dairesi veya satış memurluğu marifetiyle gerçekleştirilir. Satış bakımından mahkeme yetkili değildir.
  • Satış usulü açık arttırmadır.
  • Satışın ortaklar arasında yapılması konusunda ortaklığın giderilmesi davasında hissedarlar arasında satış anlaşması yapılırsa satış işlemi yalnızca ortaklar arasında gerçekleşir. Açık arttırma yoluna başvurulmaz. Ancak ortaklığın giderilmesi davasında hissedarlar arasında satış yolunun seçilmesi için taraflar arası oybirliği şartı bulunur.
  • Satış suretiyle ortaklığın giderilmesi davası sırasında ilgili mülkiyette herhangi bir muhdesatın var olup olmadığı da belirleyici bir unsurdur. Muhdesat; mülkiyet üzerinde yer alan ağaç, bina, yapı vb. bütünleyici parçalara verilen genel isimdir.
  • İlgili muhdesatın belli paydaşlara ait olduğu konusunda tapuda şerh bulunması halinde ve ortakların tamamının bunu onaylaması halinde, muhdesatın mülkiyet değerini artırıp artırmadığı araştırılmaktadır.
  • Muhdesat değer tespiti için ortaklığın giderilmesi davası esnasında mülkiyet arzı ve muhdesatı değeri ayrı ayrı belirlenmektedir. Belirlenen değerlerin arz ve muhdesata tekabül eden oranları yüzdelik olarak tespit edilmektedir.
  • Ortaklığın giderilmesi davası satış sürecinin ardından muhdesata ilişkin kısım muhdesat sahiplerine, kalan kısım da payları oranında paydaşlara belirlenen yüzdeler ışığında paylaştırılmaktadır. Böylece ferdi mülkiyet sahipliği süreci sonuçlanmış olacaktır.

Ortaklığın giderilmesi davası pek çok tarafın olduğu, uzlaşma şartlarının bulunduğu ve kendine has prosedürleri bulunan bir dava türüdür. Bu sebeple izale-i şüyu davası açmak isteyen kişilerin iyi bir gayrimenkul avukatı ile çalışması ve profesyonel yardım alması sürecin doğru yönetimi için son derece önemlidir.

Muris Muvazaası

Muris muvazaası nedir sorusunun cevabını vermeden önce muvazaanın anlamına değinmek daha yerinde olacaktır. Hukukta muvazaa, karşılıklı iki kişinin, diğer üçüncü kişileri yanıltma amacıyla hareket ederek gerçek iradelerini saklamak suretiyle farklı bir hukuki işlem yapmalarına verilen isimdir. Buradan yola çıkarak muris muvazaası nedir sorusuna yanıt vermek de kolaylaşacaktır. Muris muvazaası da muvazaa teriminden yola çıkılarak şu şekilde tanımlanabilir: mirasçıları yanıltma amacıyla aslen var olmayan bir işlemi varmış gibi göstererek halk arasındaki tabiriyle “mirastan mal kaçırmaya” verilen isimdir. Muvazaalı işlemler görünürde var olsa da tarafları arasında hüküm ifade etmemektedir. Zira taraflar gerçek iradeleri farklı olmasına rağmen hukuk alemine tamamen farklı bir sözleşme yansıtmışlardır.

Muris muvazaası nedir sorusuna vereceğimiz yanıt muvazaayı ilişkin aşağıdaki bilgiler ışığında şöyle özetlenebilir:

  • Taraflar arasındaki gerçek iradeler ile yapılan asıl işlem arasında kasten gerçekleştirilmiş bir uyumsuzluk,
  • Bu fiilin amacının üçüncü kişileri aldatmak olması,
  • Sözleşmenin taraflarının iradelerinin birbiri ile uyumlu olması halinde işleme “muvazaalı işlem” adı verilmektedir.

Muris muvazaası ya da bir diğer adıyla mirastan mal kaçırma bir nispi muvazaa çeşididir. Nispi muvazaada görünürdeki işlem ve gizli işlem olmak üzere iki işlem, iki sözleşme vardır. Bu işlemlerden görünürdeki işlem, tarafların üçüncü kişilerin iradelerini sakatlar nitelikteki aldatıcı işlemdir. Diğer işlem olan gizli işlem ise tarafların kendi aralarında hüküm doğuran yani asıl niyetlerini içeren işlemdir. Muris muvazaasında en çok karşılaşılan durumlardan biri de aslında bağışlama şeklinde devri gerçekleştirilen bir malın satış sözleşmesi yapılarak karşılığı alınmış gibi gösterilmesidir. Burada görünürdeki işlem satış işlemi iken gizli işlem ise bağışlamadır.

Muris Muvazaası Nedir

Muris muvazaası nedir, mirastan mal kaçırma nedir gibi sorular mirasçılar tarafından tereke mallarının paylaştırılması sırasında tarafımıza sıklıkla yöneltilen soruların başında gelmektedir. Muris muvazaası nedir sorusunun cevabına muvazaanın taraflarından bahsederek başlamakta fayda olacaktır. Muris muvazaasına daha ziyade miras bırakanın başvurduğu görülmektedir. Zira bu işlem ile miras bırakan belli bir mirasçısını ya da tüm mirasçılarını mirasından mahrum bırakma amacı gütmektedir. Miras bırakan bu işlemler ile mirasçısının açacağı tenkis davasının önüne geçmeyi ve bu sayede miras payına kavuşmasını engellemeyi amaçlamaktadır. Bu sebeple yapmış olduğu ivazsız yani karşılıksız kazandırmaları ölünceye kadar bakma sözleşmesi ya da satış gibi göstermektedir. Muris muvazaası nedir, muris muvazaası davası neyi inceler sorusunun yanıtı aşağıdaki dört unsurun incelenmesi ile gerçekleşir:

  • Görünürde İşlem Olup Olmadığı

Mirastan mal kaçırma davası içerisindeki görünürdeki işlem sıklıkla satış, ölünceye kadar bakma sözleşmesi ve bağışlama sözleşmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Görünürde işlemler muvazaalı işlemlerde arkasına saklanılan asılsız işlemlerdir. Miras bırakan bu işlemler sonucunda mirasçısını ileride açacağı tenkis davasından mahrum bırakmayı ve onun miras payını kaçırmayı hedefler. Bunun en kolay yollarından biri ise aslında karşılığını alarak gerçekleştirdiği satış işlemini tapuda bağışlama olarak göstermesi şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

  • Muvazaa Anlaşmasının Yapılıp Yapılmadığı

Miras bırakan ve muvazaalı işlemin karşı tarafı kendi aralarında, görünür işlemden farklı olarak sözlü ya da yazılı olması fark etmeksizin bir anlaşma daha yaparlar. Gerçek iradelerini yansıttıkları bu anlaşma muvazaa anlaşması adını almaktadır. Muris muvazaası nedir sorusunun yanıtını verebilmek için muvazaa anlaşmasının varlığının tespiti önem arz etmektedir.

  • Sözleşme Tarafları Dışındaki Kişilere Yönelik Aldatma Amacı Olup Olmadığı

Muris muvazaasında amaç görünürdeki işlem ve gizli işlem tesis edip görünürdeki işlem ile kişilerin aldatılmasına neden olmaktır. Dolayısıyla işlemin bilerek ve isteyerek sözleşmenin tarafları dışındaki kişileri aldatma amacı taşıması gerekmektedir.

  • Gizli Sözleşmenin Var Olup Olmadığı

Gizli sözleşme tarafların asıl iradelerinin ortaya konduğu sözleşmedir. Muris muvazaası nedir sorusunun yanıtını vermemiz gizli sözleşme olmadan imkansızdır. Taraflar arasındaki gizli sözleşmenin geçerli olması için geçerlilik şartını taşıyor olması gerekmektedir. Örneğin gizli işlemin bağışlama olması durumunda taşınır bağışlamasında şekil şartı aranmazken taşınmaz satışı mutlaka bağlı olduğu resmi şekil şartına uygun yapılmak zorundadır. Aksi halde gizli işlem de geçersiz olmaktadır.

Muris muvazaası davası ya da mirastan mal kaçırma davası açıldığında yukarıdaki dört unsurun varlığı araştırılarak dava bunlara göre görülür. Muris muvazaası nedir diye sorulduğunda, bu unsurları taşıyan bir işlemin varlığının arandığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Muris Muvazaası Davasını Kimler Açabilir

Muris muvazaası nedir sorusundan sonra sıklıkla merak edilen bir diğer soru da muris muvazaası davasını kimlerin açabileceğidir. Miras hakkı elinden alınmak amacıyla kendisinden mal kaçırılan her mirasçı, saklı pay sahibi olup olmadığına bakılmaksızın bu davayı açma hakkına sahiptir. Bu anlamda muris muvazaası davasını yasal ve atanmış mirasçılar, eş ve evlatlıklar açabilecektir. Davayı açamayacak olanlar ise redd-i miras yapanlar, mirastan ıskat edilenler ve mirastan feragat eden mirasçılar olarak belirtilmiştir. Muris muvazaası nedeniyle tapu iptali ve tescili davası mirasçıların birlikte hareket etme zorunluluğu bulunmayan ve her bir mirasçının birbirinden bağımsız olarak açılabilecekleri bir davadır. Ancak bazı durumlarda terekenin diğer mirasçılarının da bu davaya katılması ya da olur vermesi gerekmektedir. Örneğin paydaşı olduğu taşınmazın terekeye döndürülmesini talep eden mirasçı davacının diğer paydaş mirasçıların onayını alarak ve davada kendilerini temsil ettirmelerini sağlayarak davanın bu şekilde sürdürülmesini sağlaması gerekmektedir.

Muris Muvazaasında Zamanaşımı Süresi

Muris muvazaası nedir sorusunun yanıtını sizlere aktarmaya çalıştığımız makalemizde son olarak muris muvazaası ya da bir diğer adıyla mirastan mal kaçırma davasında öngörülen zamanaşımı süresinden bahsetmek istiyoruz. Muris muvazaası nedeniyle tapu iptali ve tescili davası murisin yani miras bırakanın ölümü ile birlikte açılabilen bir dava türüdür. Ancak bu konuda herhangi bir zamanaşımı süresi ya da hak düşürücü süre düzenlemesi yapılmamış olduğu dikkat çekmektedir. Muris muvazaası kanun uyarınca değil yerleşik içtihatlarca ve doktrindeki tartışmalar ile birlikte şekillenmiş bir dava türü olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sebeple de muris muvazaası nedir, muris muvazaasında zamanaşımı süresi nedir sorusunun en net yanıtı bu davanın herhangi bir süreye tabi olmadığı olacaktır.

Muris Muvazaası Örnek Yargıtay Kararları

Yargıtay’ın 1.Hukuk Dairesi’nin K.2014/14001 sayılı kararında muris muvazaası davasının temel amacından ve bunun tespitinin nasıl yapılması gerektiğinden bahsedilmiştir. Buna göre bu davanın amacı olarak murisin işlemlerinin mirasçılarından mal kaçırma amacıyla yapılıp yapılmadığının tespitinin sağlanması olarak belirtilmiştir. Sağlıklı bir tespit için incelikle ve eldeki verilerin titiz bir şekilde değerlendirmeye alınması gerektiğinin altı çizilmiştir. Bu değerlendirme yapılırken gelenek görenek, yerel örf ve adetlerin de irdelenmesi gerektiğinin altı çizilmiş olup hayatın olağan akışında murisin yaptığı sözleşme konusu şeyin asıl bedeli ile satış bedeli arasındaki olağan dışı fiyat farkının tek başına muvazaanın kanıtı olamayacağı hükmolunmuştur. Miras bırakanın, alıcıya duyduğu güven ve minnet neticesinde bu işlemin yapılmış olduğu ve sadece satış bedelinin aşırı düşük olması muris muvazaasının ispatına yeter sebep olmaması nedeniyle muris muvazaası bulunmayan davanın reddi gerektiğine karar verilmiştir. Burada da açıkça görüldüğü üzere muris muvazaasına karar verilebilmesi için açık orantısızlık yeterli sebep kabul edilmemiş, yanında destekleyecek olguların varlığı da aranmıştır.

Miras Sebebiyle İstihkak Davası

Miras sebebiyle istihkak davası miras hukuku ile ilgili bir eda davası türü olup, mirasçının üçüncü kişilere karşı açtığı davaya verilen addır. Miras bırakanın mirasçıya kalan malları terekenin açılması ile birlikte mirasçıya geçer. Ancak bazı hallerde bu mallar bir üçüncü kişi elinde bulunmakta ve mirasçı bu mallar üzerinde hakimiyet kuramamaktadır. Bu durum mirasçının tüm miras payı üzerindeki mallarda olabileceği gibi miras payının sadece belli bir kısmı açısından da ortaya çıkabilir.

Miras sebebiyle istihkak davası bakımından davalı konumdaki kişinin de malı başka birine devri, satışı halinde ise bu satış ya da devir işlemi ile birlikte elde edilen para yahut başka herhangi bir karşılık, istihkak davasının konusu olacaktır. Davaya bakmakta olan hakim öncelikle mirasçılık sıfatına ilişkin konuya çözüm getirecek, ardından istihkak iddiasını değerlendirerek gerekli incelemeleri yaparak davayı çözümleyecektir. Yargıtay 2.Hukuk Dairesi’nin bir kararında[1] da bu inceleme açıkça görülmektedir. Zira bu kararda; öncelikle dava konusu malların miras bırakana olan aitliği üzerinde tespit yapılmış, ardından uyuşmazlık hakkında karar verilmiştir.

Türk Medeni Kanunu’nun 637 ve devamı maddelerinde uyarlanmış olan miras sebebiyle istihkak davası, hem yasal hem de atanmış mirasçılar için tanınmış bir hak olarak göze çarpmaktadır. Bu maddeler incelendiğinde açıkça görülecektir ki; hakim gerek gördüğü durumlarda miras sebebiyle istihkak davası görülürken davalı taraftan, davacının talebinin de olması koşulu ile güvence yatırılması ya da tapuya şerh konulması gibi ihtiyati tedbirleri isteyebilecektir.

Mülkiyet Hakkına Dayanan İstihkak Davası İle Farkları

Miras sebebiyle istihkak davası açılabilmesi için davacının mirasçı sıfatına yasal ya da atanmış mirasçı olarak sahip olması gerekmektedir. Davayı açabilmek için ön koşul mirasçı olmaktır. Davacı sıfatı sadece ve sadece mirasçı ile birleşebilmektedir. Aksi halde dava taraf sıfatı yokluğu nedeniyle usulden reddedilecektir. Miras sebebiyle istihkak davası bu yönüyle yine Türk Medeni Kanunu’nda düzenlenen mülkiyet hakkına dayanan istihkak davasından farklı bir hal almaktadır.

Mülkiyet hakkında dayanan istihkak davası ya da bir diğer adıyla adi istihkak davasında yalnızca ayni yani eşyaya bağlı haklar girmektedir. Oysa miras sebebiyle istihkak davası kapsamında tereke unsurlarının tümüyle konu edilebildiği açıktır. Kısacası, miras sebebiyle istihkak davasında taşınır ve taşınmaz malların yanı sıra ayni haklar dışındaki haklar da istihkak iddiasına tabi tutulabilmektedir.

Miras sebebiyle istihkak davası davalının zamanaşımı ile kazanması mümkün olmayan haller içermektedir. Şöyle ki, ancak şartları mevcutsa ve miras bırakanın sağlığında zamanaşımı ile ilgili iddialar gerçekleştiyse davalı bunu kullanabilecektir. Aksi halde Miras sebebiyle istihkak davası içerisinde davalı tarafın kazandırıcı zamanaşımı ile dava konusu şeyi iktisap etmiş olduğu iddiası dinlenmeyecektir.

Miras sebebiyle istihkak davası açısından zamanaşımı süreleri TMK m.639’da düzenlenmiştir. Bu madde uyarınca davacı mirasçıya bu davayı açmak için 1 yıl ve her halükarda 10 yıllık zamanaşımı süreleri öngörülmüştür. İstisnai bir hal olarak iyiniyetli olmayanlara karşı açılacak miras sebebiyle istihkak davası için öngörülen zamanaşımı süresi ise madde uyarınca 20 yıldır. Bu süreler geçirildikten sonra zamanaşımına uğrayan hak bir daha kullanılamayacaktır. Buna karşılık mülkiyet hakkına dayana istihkak davası için herhangi bir zamanaşımı süresi düzenlenmemiştir.

Miras sebebiyle istihkak davası miras bırakanın son yerleşim yeri mahkemesinde görülmesi gereken bir davadır. Dava konusu taşınır ya da taşınmaz malın bulunduğu yerin görev açısından hiçbir etkisi bulunmamaktadır. Miras sebebiyle istihkak davası ve mülkiyet hakkına dayanan istihkak davalarının her ikisi de mirasçının açabilmesi için uygun davalar olup mirasçı davacının bu seçimi, sonuçlarını da düşünerek yapması faydalı olacaktır.

Miras Sebebiyle İstihkak Davası Koruma Tedbirleri

Miras sebebiyle istihkak davası görülürken hakime belli şartlar altında koruma tedbirlerine hükmetme yetkisi verilmiştir. Davacının dava konusu ettiği mal ya da eşyaların teminat altına alınması ve olası tehlikelerin önlenmesi adına hakim TMK m.637/3 uyarınca tapuya şerh verilmesine ya da davalı haksız zilyedin teminat göstermesine karar verebilir. Zira bu dava sonucunda büyük menfaatler ve haklar elde edilebilmektedir. Bu hak ve menfaatlerin olası tehlike ve zararlardan korunması adına da bu tedbirler hükmolunabilir. Koruma kararlarına hükmedilebilmesi için aranan iki şart vardır. Bu şartlardan ilki davacı iddialarının sağlam temellere dayanıyor olması ve kişinin mirasçı sıfatını taşıdığına ilişkin kuvvetli delillerin bulunmasıdır. Diğer şart ise koruma tedbirlerinin, davacının haklarının korunması adına gerekli olmasıdır. Yakın bir tehlikenin ya da zararın varlığı halinde koruma tedbirine hükmolunabilecektir.

Miras Sebebiyle İstihkak Davası Açma

Miras sebebiyle istihkak davası Asliye Hukuk Mahkemeleri’nde görülen bir dava türüdür. Yetkili mahkeme ise daha önce de belirttiğimiz üzere miras bırakanın ya da ölenin son yerleşim yeri asliye hukuk mahkemesidir. Taşınmazların bulunduğu yer mahkemesinin bu dava açısından herhangi bir görevi ve yetkisi bulunmamaktadır. Miras sebebiyle istihkak davası açma hakkı yasal mirasçılara ve atanmış mirasçılara tanınmış bir haktır. Yasal mirasçılar miras bırakanın kan hısımlarından oluşmaktadır. Altsoy, evlatlık ve eş miras bırakanın yasal mirasçıları arasında gösterilebilmektedir. Atanmış mirasçı ise miras bırakanın kan hısmı olma zorunluluğu bulunmayan ve miras bırakanın kendi özgür iradesiyle mirasçısı ilan ettiği ve bu kapsamda kendisine mirasından pay ya da bir şey bıraktığı belirli kişidir. Miras sebebiyle istihkak davası açma hakkı da yasayla birlikte bu iki tür mirasçıya tanınmıştır. Dolayısıyla bu davanın davacı sıfatı bu iki tür mirasçıya aittir.

Miras sebebiyle istihkak davası açma hakkı bulunan mirasçılar, davalı olarak tereke malını elinde bulunduran haksız zilyedi göstereceklerdir. Bu davada davalı malik olmayan zilyet, davacı ise zilyet olmayan malik yani mirasçıdır. Miras sebebiyle istihkak davası açma zamanaşımı bakımından birtakım sürelere tabi tutulmuştur. Mirasçının bu davayı açma süresi mirasçı olduğunu öğrenmesi ve tereke malının iyiniyetli davalıda olduğunu öğrenmesinden itibaren 1 yıllık zamanaşımına tabidir. Ancak bu süre her halükarda vasiyetnamenin açılması veya miras bırakanın ölüm tarihinden itibaren 10 yıl geçmekle düşer. Davalının kötü niyetli olması durumunda ise bu süre 20 yıla artırılmıştır.

Miras sebebiyle istihkak davası sonucunda davacının davayı kazanması halinde, haksız zilyet olarak malları elinde bulunduran davalı elindeki malları davacı mirasçıya geçirecektir. Bu davada aynı ikame prensibinin geçerli olması nedeniyle, tereke malının davalının elinden çıkmış olması durumunda, davalı bu tereke malı yerine edindiği hak ya da malvarlığını dava sonunda davacı mirasçıya geçirmekle yükümlüdür.

Miras sebebiyle istihkak davası açma hakkında en çok merak edilen konulardan biri de dava masrafları ve avukatlık ücretleridir. Bu dava türünde dava açılırken alınacak olan harçlar nispi harç olarak belirlenmiştir. Bu da demek oluyor ki, davaya konu ettiğiniz alacak, taşınır ya da taşınmazın değerine göre belirlenecek olan bir harcı davayı açarken yatırmanız gerekecektir. Bunun dışındaki masraf ve avukat vekalet ücretleri için iletişime geçmeniz halinde detaylı bilgiye sahip olabilirsiniz. Miras hukuku alanında tecrübeli kadromuzla siz değerli müvekkillerimize hizmet etmekten mutluluk duyacağımızı bilmenizi isteriz.

[1] Yargıtay 2.HD, T:09.04.2009, E:2009/625, K:2009/6776.

Miras Payının Devri ve Şartları

Miras payının devri ve şartları 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 677’nci ve devamı maddelerinde açıklanmıştır.

Miras Payının Devri

Miras payının devri, mirasın açılmasından önce ve sonra gerçekleştirilebilecektir. Miras bırakan sağken onun muhtemel mirasçısı tarafından mirasın açılmasından önce miras hakkı devir sözleşmesi akdedilebilecektir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 678’inci maddesinde miras bırakanın katılması veya izni olmaksızın bir mirasçının henüz açılmamış bir miras hakkında diğer mirasçılar veya üçüncü bir kişi ile yapacağı sözleşmelerin geçerli olmayacağı belirtilmiştir.

Miras bırakanın ölümünden sonra, mirasçılar arasında elbirliği mülkiyeti devam ederken mirasçılardan birinin payını devretmesi hali, mirasın açılmasından sonra fakat paylaşmadan önce yapılan miras pay devri sözleşmesi kapsamına girmektedir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 677’nci maddesi uyarınca terekenin tamamı veya bir kısmı üzerinde miras payının devri konusunda mirasçılar arasında yapılan sözleşmelerin geçerliliği yazılı şekle bağlı olacaktır.

Geçerlilik Şartları

Mirasın açılmasından sonra ve paylaşmadan önce devri için ilk olarak miras payını devreden kişinin mirasçı olması gerekmektedir. Devri gerçekleştirecek olan devreden mirasçı yasal ya da atanmış mirasçı olabilecektir. Vasiyet alacaklısı mirasçı sıfatına sahip olmadığından mirasın bırakılmasından doğan alacak hakkını yalnızca 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 183’üncü maddesinde yer alan alacağın devri maddeleri uyarınca devredebilecektir.

İkinci olarak miras bırakanın birden fazla mirasçısı bulunmalıdır. Tek bir mirasçı kalması halinde miras ortaklığı oluşmayacağından miras payı devri için sözleşme ilişkisi kurulması gerekmemektedir.

Mirasın açılmasından sonra ve paylaşmadan önce miras payı devri için üçüncü ve son geçerlilik şartı sözleşmenin şekil şartıdır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 677’nci maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca miras payı diğer mirasçılardan birine devrediliyorsa devir sözleşmesinin yazılı olarak akdedilmesi gerekmektedir. Sözleşmenin yazılı olması ve taraflarca imzalanması yeterli olacaktır. Devredilenler arasında taşınmaz olması halinde dahi adi yazılı şekil yeterli olacaktır, kanun koyucu burada devir sözleşmesini hukuki sebep olarak görmektedir. Taşınmazın veya taşınmazların işbu devir sözleşmesi gösterilerek tapuda tescili mümkündür. Miras payının mirasçılardan başka üçüncü kişiye devredilmesi halinde 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 677’nci maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca sözleşmenin noterlikçe düzenleme şeklinde yapılması gerekmektedir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 678’inci maddesi uyarınca mirasın açılmasından önce miras hakkının devri için ilk olarak miras hakkını devreden kişinin muhtemel mirasçı olması gerekmektedir. Bu kişinin yasal ya da atanmış mirasçı olması önem arz etmemekte olup vasiyet alacaklısının ileride muhtemel mirasçı olma hali söz konusu olmadığından sözleşmede devreden taraf olamayacaktır. Yargıtay’ın[1] ilgili kararı uyarınca da miras hakkı mirasın açılmasından önce diğer mirasçı/mirasçılara veyahut üçüncü bir kişiye ivazlı ya da ivazsız olarak devredilebilecektir. Miras hakkının diğer bir mirasçıya devredilmesi halinde devir sözleşmesinin adi yazılı şekilde yapılması yeterli olacaktır, ancak devrin üçüncü bir kişiye yapıldığı hallerde sözleşme noterde düzenleme şeklinde yapılması gerekmektedir. Son olarak mirasın bırakılmasından önce yapılacak devir sözleşmesi ancak miras bırakanın katılması veya izni ile geçerliliğini kazanacaktır. Miras bırakan sözleşmeye katılsa dahi sözleşme yalnızca devreden ve devralanı bağlayacaktır. Miras bırakanın katılımı yalnızca sözleşmenin geçerli olmasını sağlamak adına gereklidir. Katılma beyanı şekle bağlı olmayıp miras bırakan bu beyanını kural olarak geri alamayacaktır. Kanun maddesinde yer alan “izin” ise onay anlamına gelmektedir. Sözleşme kurulduktan sonra miras bırakan onay verebilecektir.

Miras Payının Devri Sonuçları

Miras payının devri sözleşmesi miras açıldıktan sonra ancak mirasın paylaşılması gerçekleşene dek yapılabilecektir. Payın devrine yönelik sözleşmeler ivazlı ya da ivazsız olarak yapılabilecektir.

Sözleşmenin yazılı şekil şartına aykırı yapılması sözleşmeyi geçersiz kılacaktır.

Miras payını başka bir mirasçıya devreden mirasçı artık mirasın paylaşılmasına katılamayacaktır. Onun yerini miras payını devrettiği mirasçı alacaktır.  Miras payı kısmi olarak devrediliyorsa bu durumda devralan mirasçının payı devreden mirasçının devir sözleşmesiyle taahhüt ettiği oranda artacaktır. Devreden mirasçının mirasçılık sıfatını haiz olup miras ortaklığı içinde yer almaya devam edecektir.

Miras payının üçüncü bir kişiye devrolunması halinde üçüncü kişi, paylaşmaya katılmaya yetkili sayılmayacaktır. Üçüncü kişi yalnızca mirasçıya özgülenen pay neyse onun kendisine verilmesini isteme hakkı elde edecektir. Payı devralan kişi bu hakkını yalnızca mirasçılık payını devreden mirasçıya karşı kullanabilecektir. Miras payı devrine konu taşınır ise mülkiyetin devri, taşınmaz ise taşınmazın tapuda tescili talep edilecektir. Mirasçının bu talebi yerine getirmemesi halinde devralan mülkiyetin tescilini 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 716’ncı maddesi uyarınca hâkimden isteyebilecektir. Devreden mirasçı payı devralana temsil yetkisi vermişse devralan artık temsilci sıfatıyla hareket ederek mirasın paylaşılması talebinde bulunabilecektir. Paylaşma talebinde bulunulmasına rağmen mirasın paylaşılması gerçekleştirilmiyorsa devralan hâkime başvurarak paylaşmaya katılmak için bir kayyım atanmasını talep edebilecektir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 648’inci maddesi uyarınca açılmış mirasta bir mirasçının payını devralmış veya haczettirmiş olan ya da elinde mirasçıya karşı alınmış borç ödemeden aciz belgesi bulunan alacaklı, sulh hakiminden bu mirasçının yerine paylaşmaya katılmak üzere kayyım atanmasını isteyebilecektir. Miras payı üçüncü bir kişiye devredilse dahi devreden mirasçılık sıfatına bağlı hak ve borçlara sahip olmaya devam edecek, mirasçılık sıfatını kaybetmeyecektir.

Tereke borçlarından sorumlulukta miras payının diğer bir mirasçıya ya da üçüncü bir kişiye devri arasında bir ayrım yoktur. Payını devreden mirasçı kural olarak diğer mirasçılarla birlikte tereke borçlarından sorumlu olacaktır. Payı devralan üçüncü kişi ise 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 202’nci maddesi uyarınca devraldığı kısım gereği dereden mirasçıyla birlikte iki yıl boyunca sorumlu olacaktır. Miras payını devralan kişinin tek başına sorumluluğu ayrı bir sözleşmeyle açık ya da örtülü olarak kararlaştırılabilecektir.

Mirasın açılmasından önce yapılacak devir sözleşmelerinde miras bırakan sözleşmeye katılmaz veya miras bırakanın izni bulunmazsa artık sözleşme geçerli olmayacaktır. Sözleşmenin geçerli olmaması halinde 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 678’inci maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca daha önce yerine getirilmiş edimler geri istenebilecektir. Terekede devre konu olabilecek bir şey kalmadığı takdirde geri verme borcu doğmayacaktır.

Miras Payının Devrinin İptali

Miras payının devrinin iptali için 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda yer alan irade sakatlıkları gündeme gelecektir. Hata, hile, korkutma, muris muvazaası gibi hallerde miras payı devrine ilişkin sözleşmenin iptali ilgili mahkemeden talep edilebilecektir.

Miras payı devri sözleşmesinin konusunun içerisinde taşınmaz olması halinde tapudaki tescilin iptali de talep olunabilecektir.

Miras Payının Devri Zamanaşımı

Miras payının devri açısından öngörülmüş özel bir zamanaşımı düzenlemesi yoktur. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146’ncı maddesi uyarınca her alacak on yıllık zamanaşımına tabi olacaktır. Miras payına ilişkin devir sözleşmesinde hak ve alacaklar 10 yıl süre ile talep edilebilecektir.

Yukarıda hukuki açıdan önem ihtiva eden miras payının devri ve şartları konusu genel bir çerçeveyle açıklanmıştır. Miras payının devri ve şartları konusu oldukça önemli ve hukuki danışmanlık alınması gereken başlıca konulardan biridir. Daha fazla bilgi ve danışmanlık için hukuk büromuzla iletişime geçebilirsiniz.

[1] Yargıtay 2.HD 26.11.1993 10646/11333

İŞ HUKUKUNDA KIDEM TAZMİNATI VE KIDEM TAZMİNATINI ALMA ŞARTLARI

Kıdem tazminatı, işçilerin işverenlerine sadakatle bağlı kalarak yanlarında çalışmış oldukları yılların karşılığı olarak işçilere tanınan bir haktır. İşçilerin en temel hakkı olan ücret hakkının bir parçasıdır. Ücret hakkı işçinin yalnızca bir aylık çalışması sonucunda hak ettiği ücreti (maaşı) değil, maaşından ayrı olarak değeri parayla ölçülebilen diğer maddi hakları da kapsamaktadır. Bu haklardan biri de kıdem tazminatıdır. Bu yazımızda; kıdem tazminatının ne olduğunu, işçiler yönünden kıdem tazminatı alma şartlarını ve kıdem tazminatının hesaplanma yöntemini açıklayacağız.

Kıdem tazminatı, işçinin işvereninin yanında çalıştığı her bir yıl için 30 günlük maaşı tutarında hak etmiş olduğu bir ücret alacağıdır. İşveren yanında geçirilen her bir yıl için, işçiler 30 günlük ücretleri tutarında kıdem tazminatı hakkı kazanmaktadır. Kıdem tazminatı almaya hak kazanmak için, iş sözleşmesinin kıdem tazminatı almayı engellemeyecek bir sebeple sona ermesi gerekmektedir. Bu şartların birlikte var olması halinde, iş sözleşmesinin sona ermesiyle birlikte işçiler kıdem tazminatı hakkı kazanır.

İşçilerin haklarını düzenleyen temel kanun esasen 4857 sayılı İş Kanunu olmakla birlikte, bu kanundan önce yürürlükte olan 1457 sayılı İş Kanunu’nun kıdem tazminatına ilişkin hükümleri halen yürürlüktedir. Kanun’un atfıyla kıdem tazminatı konusunda 1457 sayılı Kanun’un kıdem tazminatına ilişkin hükümleri uygulama alanı bulmaktadır.

  • KIDEM TAZMİNATI HAKKI

1457 sayılı Kanun’da, kıdem tazminatının net bir tanımı yapılmamıştır. Yalnızca, iş sözleşmesinin kanunda öngörülen şekillerde sona ermesi halinde, işçinin işe başladığı tarihten itibaren işçinin işveren yanında geçirdiği her bir yıl için 30 günlük ücreti tutarında kıdem tazminatı ödeneceği düzenlenmiştir. (madde 14).

Bu nedenle, sözleşmesi kanunun öngördüğü şekilde sona eren ve bir yıldan fazla çalışmış olan işçiler, kıdem tazminatına hak kazanabilecektir.

  • KIDEM TAZMİNATI ALMA ŞARTLARI

Kanuna göre, işçilerin kıdem tazminatına hak kazanabilmesi için işveren yanında bir yıldan fazla çalışması ve iş sözleşmesinin kanunda sayılı hallerden biriyle sona ermesi gerekmektedir. Bu haller şunlardır:

  • İşveren tarafından yapılan feshin, Kanun’un 25. Maddesinin II numaralı bendinde yer alan sebepler haricinde bir sebebe dayanıyor olması
  • İşçi tarafından yapılan feshin, Kanun’un 24. Maddesinde sayılan sebeplerden birine dayanıyor olması,
  • İşçinin, muvazzaf askerlik hizmeti nedeniyle işten ayrılması,
  • İşçinin yaşlılık aylığı (emeklilik) veya toptan ödeme alma amacıyla işten ayrılması
  • Kadın işçiler için, evlenme nedeniyle iş sözleşmesinin feshedilmesi
  • İşçinin ölmesi

İşçi işveren yanında en az bir yıl çalışmış ve iş sözleşmesi yukarıda sayılan hallerden biriyle sona ermişse kıdem tazminatı alma şartları oluşmuştur. Bu durumda işçi, işvereninden kıdem tazminatının ödenmesini talep edebilir.

  • KIDEM TAZMİNATI HAKKININ İSPATI

İş hukuku kuralları, temel olarak işverene karşı daha güçsüz bir konumda olan işçileri korumaktan yanadır. Bu yüzden pek çok konuda kurallar işçi lehine yorumlanır. İş hukukunda bu duruma “işçi lehine yorum ilkesi” denilmektedir. İş davalarında işçilerin birçok konuda ispat yükümlülüğü yoktur. Aksine, işverenin ispat yükümlülüğü mevcuttur.

Kıdem tazminatı hakkının ispatı konusunda ispat yükü işverendedir. Yani işçi, kıdem tazminatına hak kazandığını ispatlamak zorunda değildir. Buna mukabil, işveren, işçinin iş sözleşmesinin kıdem tazminatı ödenmesini gerektirmeyecek bir şekilde sona erdiğini ispatlamakla yükümlüdür. Bu nedenle, işverenin bu ispat yükümlülüğünü yerine getirememesi halinde işçi lehine yorum ilkesi gereğince mahkemece işverenin kıdem tazminatı ödemesine karar vermesi gerekir.

Bununla birlikte, kıdem tazminatına esas olacak ücretin ispatı ise işçiye aittir. İşçi, işveren yanında çalıştığı süre zarfında aldığı ücretin, sigorta kayıtlarında görünen tutardan farklı olduğunu iddia ediyorsa bu iddiasını ispatlamakla yükümlüdür. Yargıtay da, işçinin bordrosunda gözüken ücretin her zaman gerçeği yansıtmayabileceğini, bu nedenle gerçek ücretin tespitinin önemli olduğunu, bu ücretin ispat yükümlülüğünün ise işçide olacağını içtihat etmektedir.[1]

  • KIDEM TAZMİNATININ MİKTARI VE HESAPLANMASI

Kıdem tazminatı, işçinin bir yıllık çalışması için 30 günlük ücreti üzerinden hesaplanır. Buradaki ücret, işçinin brüt ücretidir. Yani ücretten sigorta ve vergi kesintileri yapılmamış ücrettir. Bu ücrete ayrıca, işçiye işyerinde sağlanan diğer imkânlar (servis, yemek vs.) da eklenir. İşçinin toplam kıdem süresine göre hesaplanacak tutardan binde 7,59 oranında damga vergisi kesintisi yapılır. Böylece işçinin net kıdem tazminatı hesaplanmış olur.

İşveren yanında bir yıl çalışan işçi, bu çalışmasının karşılığı olarak 30 günlük ücreti tutarında kıdem tazminatına hak kazanır. Bu tazminatın ödenmesi için iş sözleşmesinin sona ermesi gerekmektedir. Sözleşme, kanunda yer alan hallerden biriyle sona ererse işçi kıdem tazminatı alma hakkı kazanır.

Bir yıldan arta kalan dönemler için de işçinin tazminata esas ücreti, bir yıldan arta kalan dönemin bir yıla oranlanarak tespit edilecek rakam işçiye ödenir. Bir işçi, işvereninin yanında kaç yıl çalışmışsa, tazminata esas ücreti de o sayıyla çarpılır. Örneğin; 3 yıl çalışan işçinin kıdem tazminatı, tazminata esas ücretin 3 ile çarpılmasıyla bulunur.

İşçinin çalışma süresi tam yıl olarak ifade edilemiyorsa, yani birkaç ay ve günlük çalışmaları da mevcutsa, bu durumda yıldan arta kalan ay ve günler için de bu sürelerin bir yıla oranlanması ile tespit edilecek ücretler kıdem tazminatına eklenir.

Örneğin 2 yıl 6 ay 15 gün çalışan bir işçinin kıdem tazminatı hesaplanırken, işçinin 2 yıllık çalışması için 30 günlük ücreti esas alınır. Bu ücret iki ile çarpılır. Bakiye çalışma süresinin (6 ay 15 gün) ay kısmı için, çalıştığı sürenin (6 ay) bir yıla (12 ay) oranı tespit edilir (6/12). Gün kısmı için ise, çalışılan sürenin (15 gün) bir yıla (365 gün) oranı tespit edilir (15/365). Tazminata esas olan 30 günlük ücret, bu oranlarla çarpılır ve böylece işçinin toplam kıdem tazminatı hesaplanır.

İşvereninin yanında aylık 4.000 TL brüt ücretle çalışan 2 yıl 6 ay 15 gün çalışan bir işçi olduğunu varsayalım. Bu işçinin kıdem tazminatı 4.000 TL’ye işçiye sağlanan diğer sosyal yardımların da eklenmesiyle tespit edilecek rakam üzerinden hesaplanacaktır. Bu işçinin işyerinde aldığı diğer sosyal yardımların aylık toplam tutarının 500 TL olduğunu farz edelim. Bu durumda işçinin kıdem tazminatı 4.500 TL üzerinden hesaplanır.

Bu durumda işçinin tazminatı şöyle hesaplanacaktır:

2 yıl    x          4.500                                      = 9.000 TL

6 ay     x          4.500 *6ay/12ay                     = 2.250 TL

15 gün x          4.500 *15gün/365gün             = 184,93 TL

BRÜT KIDEM TAZMİNATI (BRÜT)        = 11.434,93 TL

DAMGA VERGİSİ (BİNDE 7,59)              = 86,79 TL

KIDEM TAZMİNATI (NET)                       = 11.348,14 TL

  • ZAMANAŞIMI

Kıdem tazminatı alma şartları mevcut ise, iş sözleşmesinin sona ermesiyle birlikte işçiler kıdem tazminatı almaya hak kazanır. İşveren ise işçinin kıdem tazminatını ödeme yükümlülüğü altına girer. İşveren kıdem tazminatını kendi rızasıyla ile ödemez ise bu durumda işçinin hukuki yollardan kıdem tazminatını talep etmesi gerekir

İş Kanunu, işçinin hukuki yollara başvurması bir süre şartı getirmiştir. Bu süre içerisinde hukuki yollara başvurmayan işçi kıdem tazminatı alma hakkını kaybeder. Bu süre, 25/10/2017 tarihinden önce sona eren sözleşmeler için 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146. Maddesi uyarınca 10 yıldır. Ancak bu tarihten sonra sona eren sözleşmeler için, İş Kanunu Ek Madde 3 uyarınca 5 yıllık zamanaşımı süresi uygulanır. Bu süre, iş sözleşmesinin sona erdiği tarihten itibaren işlemeye başlar.

Özellikle işçiler açısından, hak edilen kıdem tazminatının tam olarak alınabilmesi ve herhangi bir hukuki mağduriyet yaşanmaması için, mutlak suretle bir İş Hukuku avukatına danışmanızı tavsiye ederiz.

Av. Ali Mert ÖNAL

[1] Bu yönde bkz: Yargıtay 9.HD. 3.4.2008 E. 2007/15966 K.

İstihkak Davası

İstihkak davası icra hukukunda oldukça sık karşılaşılan bir dava türü olup kelime anlamı olarak “istihkak” üzerinde hak sahibi olunan şey anlamı taşımaktadır. Günümüz şartlarında icra iflas hukuku kapsamında hacizlerin büyük oranda artış göstermesi sonucunda istihkak davası ile ilgili sorular da çoğalmıştır. Kural olarak borçlunun borcu için borçludan başkasının malvarlığına dahil unsurlar haczedilememektedir. Ancak birtakım mallar bu kuralın istisnasını oluşturmaktadır ve bu malların haczi caizdir. Bu hâlde, bazen borçlu bazen de üçüncü kişi, mal üzerindeki bu haklarını ileri sürebilirler. Bu tür mallar, haciz yönünden çekişmeli mallardır. Çekişmeli malların haciz prosedüründen çıkartılması (kurtarılması) veya haciz prosedürüne dâhil edilmesi için açılan davaya istihkak davası denir.

İstihkak Davası Nedir

Çekişmeli olarak tabir edilen malların hacze dahil edildikten sonra bu kapsamdan çıkarılması için açılan davaya istihkak davası adı verilmektedir. Üçüncü kişi elinde bulunan mallar hakkındaki istihkak prosedürü üçüncü kişinin lehine sonuçlanırsa, o mal üzerindeki haciz kalkar. Hacizde istihkak davası konusu mülkiyet, rehin, irtifak ya da intifa hakkı iddiası veya kuvvetlendirilmiş kişisel hak iddiası olabilir. İflâs hukukunda, iflasa tabi hacizlerde görülecek istihkak davası konusunda ise mülkiyet hakkı öne sürülebilecek tek konuyu oluşturmaktadır. Malı elinde bulunduran kişinin önem arz ettiği istihkak davası sürecinde bu durum üçlü bir ayrıma tabi tutulmuştur. Bu ayrıma göre; malın borçlu elinde bulunması hali, malın borçlu ile birlikte üçüncü kişinin elinde bulunması hali ve malın üçüncü kişinin elinde bulunması hali mevcuttur.

Hacizli Malın Borçlunun (veya Borçlu ile Birlikte Üçüncü Kişinin) Elinde Bulunması

Borçlunun elinde bulunan bir mal haczedilirken ortaya atılacak çeşitli hak iddiaları icra müdürünce tutanağı geçirilmek zorundadır. Malının haczedildiğini öğrenen borçlu veya bu malı elinde bulunduran üçüncü kişi, ıttıla tarihinden başlamak üzere yedi gün içinde istihkak iddiasında bulunmalıdır. Aksi halde, aynı takip için bu iddia tekrar ileri sürülemez. Bu istihkak iddiası, takibin alacaklısına ve borçlusuna bildirilir:

Alacaklı veya borçlu, üç gün içinde bu istihkak iddiasına karşı itiraz etmemesi istihkak iddiasını kabul etmiş sayılmasına neden olacaktır. İstihkak iddiası mülkiyet iddiasına ilişkin ise haciz kaldırılarak malın üçüncü kişiye teslimi sağlanır. Bu iddianın rehin hakkına ilişkin olması durumunda ise, mal rehinli olarak haczedilmiş sayılır.

Alacaklı veya borçlu, süresi içerisinde itiraz ederse, icra müdürü, dosyayı icra mahkemesine gönderir. İcra mahkemesi, önce takibin devamı veya ertelenmesi hakkında kesin olacak bir karar verir ve bu karara karşı herhangi bir kanun yoluna gidilmesi mümkün değildir. Üçüncü kişi, ilgili karardan itibaren yedi gün içinde aynı icra mahkemesinde istihkak davası açar. Bu süre tefhim veya tebliğ ile başlamaktadır. Bu davanın açılmaması haktan vazgeçildiği anlamına gelmektedir.

Üçüncü kişiye istihkak talebinde bulunma imkânı verilmemişse, üçüncü kişi, haczi öğrendiği tarihten itibaren yedi gün içinde, haczedilmiş şey hakkında, hacizli mal satılıp bedeli alacaklıya ödeninceye kadar doğrudan istihkak davası da açabilir.

İstihkak davası, icra mahkemesinde görülür. Davacı haksız çıktığı takdirde alacaklının muhtemel zararına karşı üçüncü kişiden teminat alınması öngörülmüştür. Haciz yaptıran alacaklı, istihkak davasına karşılık dava olarak, tasarrufun iptali davası açtığı takdirde, bu dava da icra mahkemesinde görülür; ayrıca, özel dava şartı olarak, geçici veya kesin aciz belgesinin ibrazı zorunluluğu aranmaz. İstihkak davası ivedi işler arasındadır ve öncelikli olarak görülmektedir.

İstihkak davası ve ona karşılık dava olarak açılan tasarrufun iptali davasında, hâkim her türlü delili serbestçe takdir edebilir. İcra mahkemesi, davacı üçüncü kişiyi haksız bulursa, istihkak davasını reddeder, mal üzerindeki haciz kesinleşir ve takibin ertelenmesine karar verilmișse %20’den az olmamak üzere davacı aleyhine tazminata hükmolunur. İcra mahkemesi, davacı üçüncü kişiyi haklı bulursa davayı kabul eder, üçüncü kişinin iddia ettiği hak, mülkiyet hakkı ise haciz kalkar, mal üçüncü kişiye verilir. İtiraz eden alacaklı veya borçlu kötü niyetli ise bu kimseler aleyhine haczolunan malın değerinin %15’inden az olmamak üzere tazminata hükmedilir.

Hacizli Malın Üçüncü Kişinin Elinde Bulunması

Haczedilen eşya yahut malın borçlu dışında direkt olarak üçüncü bir kişi elinde bulunması durumunda belli hallerde bu malın haczi kabil değildir. Üçüncü kişinin malı elinde bulundurmayı kabulü halinde mal haczedilmeksizin bu kişide yediemin sıfatıyla bırakılır. Bu durumda mal haczedilir ancak üçüncü kişinin koruyuculuğuna bırakılır. İcra müdürünün bilgilendirmesi ile takip alacaklısına durum ile birlikte 7 gün içerisinde istihkak davası açması gerektiği belirtilir. Dava açılmaması halinde istihkaka ilişkin üçüncü kişi iddiası kabul edilmiş sayılır. Dava açılması durumunda ise dava sonuçlanıncaya dek bu malın ya da eşyanın satışına ilişkin bir işlem yapılamaz.

Alacaklının açtığı istihkak davası kaybedilirse, yani alacaklı haksız görülürse malın üzerine konulan haczin kaldırılması gerekmektedir. Ancak tam tersi durumda yani alacaklının iddiaları kabul görür ve alacaklı davayı kazanırsa o mal ya da eşyanın üçüncü kişi elinden alınarak satışı sağlanır. Bu satış için alacaklının talebi şarttır.

Hacizde İstihkak Davası Görevli Mahkeme

Hacizde istihkak davası çözümlenmesi bakımından kanun uyarınca belirlenmiş görevli mahkeme icra mahkemeleridir. Yetkili mahkeme deyiminden anlaşılması gereken davayı görmesi için görevlendirilmiş olan mahkemenin yer bakımın yetkili kılındığı mahkemedir. Bu bağlamda hacizde istihkak davası için yetkili mahkeme takip alacaklısının icra işlemlerini başlattığı yer icra mahkemeleri olacaktır. Örneğin Ankara İcra Dairelerinde yürütülen bir takibe ilişkin istihkak davası için yetkili mahkeme Ankara İcra Mahkemeleri olacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken, ilamsız icra takibinin yürütüldüğü merci icra daireleri iken, hacizde istihkak davası bu yer icra mahkemelerinde görüldüğü hususudur. Yine belirtmekte fayda vardır ki, istihkak iddiasına konu mal eğer taşınmaz bir mal ise, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na atıf yapılarak istihkak davasının açılması için yetkili icra mahkemesi taşınmazın bulunduğu yer icra mahkemesi olarak düzenlenmiştir.

Hacizde İstihkak Davası Açma Süresi

Çekişmeli malların ya da eşyaların haczinden itibaren yedi günlük bir süre içerisinde açılması gereken hacizde istihkak davası için öngörülmüş olan bu süre hak düşürücüdür. Hak düşürücü süre geçirildikten sonra açılacak istihkak davası usulden reddedilerek, esasına hiç girilmeden sonuçlandırılacaktır. Süresi içerisinde açılan istihkak davası ise basit yargılama usulüne tabi olarak, mümkün olan en kısa süre içerisinde görülerek karara bağlanacaktır. Sınırlı bir zaman dilimi içerisinde açılması gereken ve yine bu süre içerisinde açılmadığı takdirde malın haczedilip satılması nedeniyle büyük zararlara yol açabilecek olan istihkak davasında tedbirli hareket etmekte fayda bulunmaktadır. Haciz kararının elinize ulaşmasıyla birlikte başvuracağınız ve alanında bilgili icra avukatı ile yola çıkmanız bu süreleri kaçırmadan, doğru iddialarla haklılığınızın ispatında büyük rol oynayacaktır. Tekrar belirtmekte fayda vardır ki; hacizde istihkak davası malın haczine ilişkin bilgi sahibi olmanızdan itibaren işleyecek olan bir süreye tabidir. Bu süre başlangıcından itibaren yedi gün içinde sona ermektedir ve sürenin kaçırılması durumunda hak talep etmeniz mümkün olmayacaktır. Alanında bilgi ve birikim sahibi icra avukatı ile çalışmanız hem bu süreler açısından hem de hak iddianız açısından size büyük fayda sağlayacaktır.

Ümraniye Miras Avukatı

Ümraniye miras avukatı miras hukukuna ilişkin davalarınızda size hukuki destek vermektedir. Miras hukuku, miras hakkının kanunlar gereğince teminat altına alan hukuk dalıdır. Miras hukukunda malların paylaşılmasına ilişik kısım miras sahibinin vefat etmesinden sonrasında yapılır. Miras hukuku kanunlarla birlikte ölüme bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Miras hukukunda miras hakkı ve miras oranı bulunduğunda mal paylaşımı ortaya çıkar. Mirasa mevzu olan malların hepsinin toplamına tereke denir. Tereke mirasın da eş anlamlısıdır. Mirasa ya da diğer adıyla terekeye mevzu olan malların paylaşımı ve tereke tespit şeklinde bütün mevzular miras hukuku alanına girer. Ümraniye miras avukatı ise bu konuda yaşanan anlaşmazlıkları çözer.

Yasal Mirasçıların Mal Paylaşımı

Miras hukukuna mevzu olan malların mirasçılara paylaşımı belirlenmeden evvel mirasçılar belirlenmelidir. 1. dereceden mirasçıları bireyin altsoyları oluşturur. Mirası bırakan bireyin evlatları bu kapsamda yer alır. Alt mirasçıları olmayan kişilerin miras hukukuna nazaran mirasçılarından anne ve babaları 2. Derece mirasçıları olur. Bunların da olmaması niteliğinde büyükanne ve büyükbaba mirasa mevzu olan mallarda hisse sahibi olur.

Mirası bırakan bireyin eşinin sağ olması niteliğinde miras payının bölünmesi değişim gösterir. Sağ olan eş ile beraber öteki mirasçılara meydana getirilen mal bölümünde miras bırakan bireyin 1. Derecedeki mirasçıları ile paylaşıma girerse mirasa mevzu olan maldan dörtte bir pay alır. Miras bırakan bireyin anne ve babası olan 2. Dereceden mirasçıları ile paylaşım yaparsa mirasa ½ oranında ortak olur. Mirası bırakan bireyin ancak eşi ve büyükanne ya da büyükbabasının olması niteliğinde yaşayan eş mirasın dörtte üçüne haiz olur. Sadece eşin olduğu durumlarda mirasın tümü eşe kalır.

Miras Hukukunda Tenkis Davası

Ümraniye miras avukatı miras davaları içerisinde yer alan tenkis davasında da sizi yönlendirecektir. Mirası bırakan şahıs sağlığında vasiyetname aracılığı ile mirası başka şahıs ve kurumlara bırakabilir. Fakat bu mirasın devredilemeyeceği bir nispet bulunur. Miras hukukunda devredilemeyen bu oran saklı hisse – saklı pay diye adlandırılır. Tenkis davası da burada ortaya çıkıyor. Miras hukukuna mevzu olan malların bölünmesi esnasında mirasçılardan biri tenkis davası ile saklı payını istek edebilir. Saklı hisse mirasçıların korunması için çıkarılmış bir terimdir. Tenkis davası da mirasçıların hakkı olan saklı oranı almaları için açılabilecek davanın adıdır.

Mirasa Konu Olan Malların Yasal Mirasçıları

Bir insan öldükten sonrasında geriye kalan maddi varlıkların devredildiği kişilere mirasçı denir. Bu yasal mirasçılar şunlardır;

  • Ölen bireyin eşi
  • Ölen kişinin evlatları ve onlarında evlatlarından oluşan altsoyu
  • Ölen bireyin anne ve babadan süregelen üstsoyu
  • İspatlanması niteliğinde evlilik dışı olan evlatları ya da evlatlık edinmiş olduğu çocuklar

Değişik paylara haiz olan bu mirasçılar yasal mirasçı olarak nitelendiriliyor. Bunların hayatta olmaması niteliğinde kan bağları olan öteki akrabalar mirasa ortak olabilir.

Reddi Miras Yoluyla Mirasın Reddedilmesi

Reddi miras her mirasçının hakkı olan bir durumdur. Mirası bırakan bireyin yaşamış olduğu yerde bulunan sulh hukuk mahkemelerine üç ay içinde yapılacak müracaat ile mirasın reddedilmesi olabilir. Bu üç aylık vakit ölüm vakasından sonrasında mirastan haberdar olduğu gün başlar. Bu vakit içinde reddi miras yapılmaz ise miras kabul edilmiş olur. Mirasa mevzu olan mallardan ortak malların olması niteliğinde ortaklığın giderilmesi için miras hukuku devreye girebilir. Miras hukukunun devreye girdiği yerde ise otomatik olarak Ümraniye miras avukatı devreye girmektedir.

Miras Olarak Borçların Bırakılması

Kişi öldüğünde her vakit mal bırakmayabilir. Bazı durumlarda malın yerine borç da bırakabiliyor. Bu durumda mirasçılar toplanarak borcu paylaşabilir veya içlerinden bir şahıs ödeyerek öbürlerinden rücu edebilir. Veya borcu ödeyen şahıs mal kalmış ise ödediği borç kadar fazlasını miras alabilir. Mirasta borçlar için de reddi miras olabilir. Ümraniye miras avukatı konusunda ayrıntılı bilgi için Otluoğlu Hukuk Bürosu ile iletişime geçmeniz yararınıza olacaktır.

Şile Miras Avukatı

Şile miras avukatı miras ile ilgili uyuşmazlıklarda görev alan ve bunları çözen avukatlardır. Miras hukuku; gerçek bir bireyin ölümü ya da gaipliğine karar verilmesi durumunda, onun mirasının kimlere, hangi miktarda ve ne şekilde intikal edeceğini düzenleyen hukuk kurallarından meydana gelen özel hukuk dalını anlatmaktadır.

Miras hukukunda; ölümü ondan sonra kendisinin hukuki ilişkilerinin, menkul ve gayrimenkul bütün mallarının akıbetini düzenleyen kişiye miras bırakan denmektedir. “Vefat eden, müteveffa, muris” terimleri de çoğunlukla kullanılmakta olup, miras bırakanla aynı anlamı karşılamaktadır. Mirasın intikali ile terekeye haiz olan kimselerin, bu intikal neticesinde iktisap ettikleri haklara miras hakkı, bunun haricinde miras bırakanın ölümü ya da gaipliğine karar verilmesi üstüne terekesi üstünde terekede gerçek sahibi olan kişiye “mirasçı” denmektedir. Miras hukukunda iki çeşit mirasçı bulunur. Bunlardan biri miras bırakanın yasal mirasçısı, öteki ise miras bırakan tarafınca atanmış olan mirasçıdır. Bu hukuk dalında Şile miras avukatı hizmet vermektedir.

Yasal mirasçı: Miras hukukuna ait temel düzenlemeler 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nda yapılmıştır. Buna nazaran TMK madde 495-501 gereği miras bırakanın kan hısımları, evlatlık ve altsoyu ile sağ kalan eş yasal mirasçıdır.

Atanmış mirasçı: Miras bırakanın hür iradesiyle mirasının bir kısmını ya da tamamını muayyen bir kişiye miras bırakması halinde mirasçı sıfatına sahip olan kimsedir. Miras bırakan bir vasiyetname hazırlamak sureti sadece bir kimseyi atanmış mirasçı olarak atayabilecektir.

Veraset İlamı/Mirasçılık Belgesi ve İntikal İşlemleri

Şile miras avukatı veraset işlemlerinizde de size yardımcı olmaktadır. Miras bırakanın vefatının sonrasında miras bırakanın mirasçılarının kimler olduklarını ve bu kimselerin paylarının ne miktarda bulunduğunun tespiti veraset ilamı, öteki adıyla mirasçılık belgesinin alınması ile belirlenebilecektir. Veraset ilamı ya da mirasçılık belgesi mirasçılardan herhangi biri tarafınca noterden temin edilebileceği gibi Sulh Hukuk Mahkemelerinden de istek halinde temin edilebilir. Ancak mirasçılar içinde başka ülke vatandaşlığı olan ya da Türkiye’de ikamet adresi bulunmayan kimselerin bulunması halinde mirasçılık belgesi noterden çıkarılamaz, belgenin temini için Sulh Hukuk Mahkemesinde hasımsız bir dava açılmak zorundadır. Aksi kanıtlanana kadar alınan bu belge hukuken geçerli kabul edilecektir. Mirasçılık belgesinde hatalı bir vaziyet bulunduğunun tespit edilmesi halinde ise mirasçılık belgesinin iptali davası açılması gerekmektedir. Taşınmaz bir mal varlığının mirasçılara intikalini sağlamak için alakalı Tapu Müdürlüklerinde intikal işlemlerinin yapılması için mirasçılık belgesi ile müracaat yapmak gerekmektedir. Bu süreçte taraflar kendileri bizzat işlemleri takip edeceği gibi bu dönemi bir Şile miras avukatı vesilesiyle takip etmeleri de mümkündür.

Miras Kalanın Malvarlığının Tespit Edilmesi

Uygulamada miras bırakan bireyin ölümünden sonrasında mirasçılarına hangi mal varlıklarının kalacağı yönünde bir bildirim yapılması mümkün olmamaktadır. Bu nedenle miras bırakanın mal varlıklarının mirasçılar tarafınca araştırılması gerekmektedir. Miras bırakan adına kayıtlı taşınmazların, banka hesaplarındaki paraların, pay senetlerinin ve var ise araçların tespiti için tereke tespiti davası açılması gerekmektedir. Tereke tespiti davası ile miras bırakanın alacak ve borçlarının hepsi mahkemece tespit edilmektedir. Bu konu hakkında bilgi almak için Şile miras avukatı ile iletişime geçmenizi öneririz.

Vasiyetname

Vasiyetname, bir bireyin hayatta iken, öldükten sonrasında mirasının kimlere kalacağını, ne şekilde paylaşılacağını düzenlemiş olduğu evraktır. Bunun hukuken tanımı, ölüme bağlı tasarruftur. Yani vasiyetname ile kişi, halen daha hayatta iken, kendi mal varlığı üstünde, sadece öldükten sonrasında hükmü olacak bazı tasarruflarda bulunabilmektedir.

Sancaktepe Miras Avukatı

Sancaktepe miras avukatı olarak temelleri Türk Medeni Kanunu’na dayanan ve özelinde aile hukukundan kaynaklanmakta olan miras davalarınızda, bu konudaki tüm uyuşmazlıklarınızda size profesyonel anlamda hukuki destek vermekteyiz. Bir bireyin, vefatı üstüne varislerine, yakın akrabalarına kalan malları, hakları ve borçlarına miras denir. Mirasın tüm bunlar veya bir bölümü vasiyet edilen kişiye de kalabilir. Kanuni açıdan mirasçı sayılan kişiler, anne, baba, çocuk, dede, torun ve öteki kişilerdir. Mirasın hangi şekil ve usullerde dağıtılacağı mevzusunda da miras hukuku devreye girmektedir.

Miras Paylaşımı

Miras kanun koyucunun belirlediği ve TMK’da düzenlenmiş olan hükümler uyarınca paylaştırılır. Mirasın paylaştırılması sırasında çıkan problemler alakalı mahkemeler tarafınca çözülmektedir. Öncelik olarak miras paydaşları mirası kendi aralarında paylaştırmaya çalışmalıdır. Halledemedikleri takdirde mahkemeye başvurulup miras hukuku açısından lüzumlu işlemler başlatılmalıdır. Mahkeme miras paylaşım davası ile mirasçı olan kişilerin haklarını eşit halde belirleyip, anlaşmazlığı gidermektedir. Mirasın ret edilmesi durumu ise üç ay arasında başvurularak talepte bulunulur. Sancaktepe miras avukatı ise size tüm bu süreçlerde destek vermektedir.

Miras Hukuku

Gerçek bir bireyin ölümü ya da gaipliği halinde, bu bireyin mal varlığının kimlere kaldığını düzenleyen hukuk dalıdır. İki türlü mirasçı vardır. Bunlar-yasal ve atanmış mirasçılar olarak geçmektedir. Tereke ise bireyin kendisine bağlı olmayan ve mirasçılara kalabilen mal varlığına verilen addır. Türk Medeni kanununda zümre sistemi kullanılmaktadır. Zümre sistemi ise yasal mevzulara dahil olabilmek için aynı veya yakın dereceden bir soya mensup olmak demektir. Sancaktepe miras avukatı olarak bu konuda en çok merak edilenleri şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Birinci derece mirasçıların kim olduğu sorusunun cevabı miras bırakan bireyin birinci dereceden akrabalarıdır. Yani alt soyundan olan kimselerdir. Miras bırakanın evlatları, torunları ve sonrakilerdir. Miras bırakanın evlatları eşit derecede mirasçı sayılmaktadırlar. Miras bırakılan şahıs miras bırakandan evvel vefat etmişse miras, ölen bireyin alt soyundan devam etmektedir.
  • İkinci derece mirasçılar, miras bırakanın anası ve babası olarak belirlenmiştir. Anne ve baba eşit derecede mirasçıdırlar. Miras bırakan bireyin anası ve babası kendisinden evvel vefat etmişse halef yöntemiyle alt soylarına yani ölenin kardeşlerine kalmıştır. Bir tarafın asla mirasçısı yok ise tüm hakları öteki tarafın mirasçılarına düşmektedir.
  • Üçüncü aşama mirasçılar ise miras bırakanın büyük anası ve büyük babasıdır. Miras bırakanın büyük anası ve büyük babası ondan evvel vefat etmişler ise miras alt soydaki kişilere geçmektedir. Teyze, hala, amca, dayı ve benzeri biçimde bu mirasçılar sıralanmaktadır.
  • Evlatlık edilen bireyin babasının mirası ona geçmez.
  • Boşanan kişiler mirasçı olamazlar. Hiçbir yasal hakka da haiz değillerdir.
  • Mirasçı bırakmaksızın ya da mirasçılarını ıskat ettikten sonra vefat eden kişilerin mirasları terekenin borçları ödendikten sonra tamamıyla Devlete geçer. Üçüncü dereceye kadar olan mirasçıların olmaması halinde miras, kanuna göre devlete geçmektedir.
  • Saklı paylı mirasçılar ise, miras bırakanın mal varlığı üstünde istediği hakkı almaya haiz yetkililerdir. Saklı oranı ihlal edilen mirasçılar tenkis davası açarak haklarını geri alabilirler. Tenkis, miras bırakan bireyin sağlığında ve ölümünde bağlı bulunmuş olduğu tasarrufların saklı hisse yardımıyla etkisizleştirilmesidir. Miras bırakan şahıs kanunlara nazaran mal varlığını paylaştırmak istemeyebilir.

Sancaktepe miras avukatı miras ile alakalı olarak her konuda size yardımcı olacaktır.

Vasiyetname

On beş yaşını doldurup akli dengesi yerinde olan kişiler tarafınca yazılan yazıya vasiyetname denir. Fakat vasiyetnamenin geçerli sayılabilmesi için kanunun istediği halde yazılmalıdır. Resmi vasiyetname yazılan şahıs tarafınca okunup imzalandıktan sonrasında işleme tabidir. Sancaktepe miras avukatı resmi vasiyetnamenizi hazırlama taleplerinizi de karşılamaktadır.

Oretra